15 Ocak 2023 Pazar

Eril İktidar Kadınlığı Cinsellik Üzerinden Terbiye Ediyor Mu?

 Kinem Tokdemir’in 2018 yılında “Kötü kadın/iyi kadın zıtlığı: Masallarda cadı prototipinin incelenmesi” isimli yazdığı yüksek lisans tezinden alınan verilere göre:


Tarih boyunca, kadın ile erkek arasındaki ilişki bir tarafın üstün olduğu anlayışına dayanmıştır. Her iki cins arasındaki iktidar ilişkileri yalnızca belirli bir zaman ve mekanla sınırlı değildir. Çünkü erkeğin iktidarı kullanma gücü neredeyse her alanda hissedilmektedir. Kadın ise erkek egemen toplum içerisinde ikincilleştirilerek görmezden gelinmektedir.

İktidar kavramının tek bir tanımını yapmak oldukça zordur. İktidar kavramı incelenmek istendiğinde akla ilk olarak gelen Michel Foucault, tek bir iktidar tanımı yapmamıştır. Foucault, “biyo-iktidar” terimini kullanarak çoklu iktidar ilişkilerinden söz etmektedir. Bu bağlamda Foucault, iktidarın bedenlere kadar nüfuz ettiğini ifade etmektedir. Böylece iktidar yapılanmalarını Cinselliğin Tarihi adlı kitabında gözler önüne sermiştir. O halde ilk olarak Foucault’un iktidar ilişkilerini nasıl tanımladığını incelemeliyiz.

Foucault’a göre, “Toplumsal bir gövdenin her bir noktası arasından, bir kadın ile bir erkek arasından, aile içinden, öğretmen ile öğrencisi arasından, bilen ile bilmeyen arasından geçen iktidar ilişkileri, bireyler üzerinde hükümran olan büyük iktidarın düpedüz bir yansıması değildir; bu iktidar ilişkileri, daha ziyade, büyük iktidarın köklerini saldığı hareketli ve somut topraktır, onun işlev görebilmesini mümkün kılan koşullardır.”

Foucault’un da ifade ettiği gibi tek taraflı bir iktidar yapısından bahsedemeyiz. İktidar ilişkileri “çoklu” bir ilişkiler ağıdır. O halde neden çoklu iktidar ilişkileri yerine yalnızca erkek egemen bir yapıdan söz edilmektedir?

Bu konuda Serpil Sancar’ın fikirleri önemlidir. Sancar, Foucault’a paralel bir şekilde, erkek egemen toplum kavramı ve iktidar üzerine şunları söylemektedir: “…aslında kadınların topyekûn denetim altında tutulması gibi bir çıkar etrafında kalıcı biçimde eklemlenmiş bir erkek egemenliğinden bahsetmek yerine, çoğul, çatışmalı, birbiriyle uyumsuz, ya da birbiriyle ilişkisiz çok sayıda farklı erkeklik deneyimlerinin olduğu bir ‘erkek egemenliği’nden bahsetmek daha doğru olabilir.”

Sancar’ın da ifade ettiği gibi tek taraflı bir erkek iktidarından söz etmek yanlış olur. Bunun yerine ev, devlet, ordu, iş gücü piyasasına yayılmış farklı erkeklikler arasındaki hiyerarşi ve iktidar mücadeleleri mevcuttur. Bu anlamda iktidarı tek, bütüncül olarak tanımlamak ve özel alana hapsetmek doğru değildir. Ev içinde iktidar baba, koca, erkek çocuk iken; özel alan dışında ise devlet, ordu, iş gücü piyasası, medya iktidarın birer simgeleridir. Dolayısıyla çoklu iktidar yapıları sınırlı bir alanda kalmayacak şekilde hayatın bütün alanlarına nüfuz etmektedir. Böylece kamusal alan ile birlikte özel alan da eril iktidarın kontrolündedir. Bu durum kadının sınırlı bir alan içerisinde yaşaması ve buna mecbur bırakılması anlamına gelmektedir.

Foucault’a göre bu “karmaşık bir alan”dır. Bu anlamda her güç ilişkisi bir iktidar ilişkisidir. Bu güç ilişkilerinin arasında erkek, iktidarı elinde bulundururken, kadın erkeğin “öteki”si olmuştur. İleride ki bölümlerde inceleyeceğimiz gibi, çoklu iktidar yapılarının eril hâkimiyetini paylaşmak isteyen kadınlar bir şekilde saf dışı bırakılmaya çalışılmaktadır. Özellikle masallarda bu kadınlar cadı, cadaloz, kötü yürekli kadın gibi etiketlerle olmaması gereken kadın tipini simgelemektedir.

İktidar ilişkilerinde kadının ikinci plana atılması daha sonra inceleyeceğimiz masallarda da karşımıza çıkmaktadır. Tıpkı gerçek hayatta olduğu gibi masallarda erkeğin iktidarına ortak olmak isteyen “cadı” ötekileştirilmektedir. Cadılar, erkeğin iktidarına ortak olmak arzusu nedeniyle “cinsellik” yönünden de cezalandırılmaktadır.

Simone de Beauvoir, “cinselliğin insan yaşamında yabana atılmayacak bir rol oynadığı açıktır; yaşamın tümüne işlediği bile söylenebilir…” ifadesine yer vermiştir. Cinsellik konusu, iktidar ilişkileri bağlamında oldukça önemlidir. Çoklu iktidar ilişkileri, bu alanda da ortaya çıkmaktadır ve iktidar ilişkilerinin cinselliğin düzenlenmesi konusunda etkisi büyüktür.

Denilebilir ki iktidarın bedenlere kadar ulaşabilmesi cinselliği düzenleyebildiği, kural koyabildiği ve kimi zaman yasaklar koyabildiği anlamına gelmektedir. Böylece çoklu iktidar mekanizmaları kural ve yasaklarıyla yatak odalarına kadar girebilmektedir. Foucault, bu konuda “biyo-iktidar” terimini kullanmaktadır.

İktidarın bedenlere kadar nüfuz edebilmesi konusunu Cinselliğin Tarihi adlı eserinde ele alan Foucault, bu çalışmasında cinsellik, iktidar-cinsellik ilişkisi ve baskıcı varsayım gibi konularda bizlere doyurucu bilgiler sunar. Foucault’a göre, “…cinsellik titiz bir biçimde kapatılır. Yeni bir mekâna taşınır. Karı kocadan oluşan aile el koyar cinselliğe. Ve onu, üreme işlevinin ciddiyeti içinde bütünüyle yutar. Cinsellik konusunda çeneler kapatılır. Yalnızca, meşru ve döl veren çiftin borusu öter.”

Foucault burada iktidarın yatak odalarına kadar girebildiğini ifade eder. Böylece cinsellik konusunda yasaklar ve kurallar ortaya atılır. Cinsellik ayıp ve suç haline getirilerek konuşulması dahi hoş karşılanmaz. Meşru ve kabul edilebilir cinsellik yalnızca üreme işlevini yerine getiren cinselliktir. Dolayısıyla evlilik dışı cinsel ilişkiler meşru sayılmadığından bu tür ilişkiler cinsellik konusunda düzenlenen kuralların çiğnenmesi anlamına gelmektedir.

Foucault’un bakış açısına göre, evin merkezinde, resmen tanınan, yararlı, verimli olan tek mekân “ana-babanın yatak odası”dır. Bunun dışında kalanlar ise silinmeye mahkumdur. Dolayısıyla iktidarın cinselliği düzenleyici işlevi vardır.

Tek meşru cinselliğin anne-babanın yatak odasına taşınması aynı zamanda “aile”nin tek meşru kurum olduğu anlamına gelmektedir. Devreux’un yer verdiği Talcott Parsons’un modelinde tek gerçek ailedir. Aile dışındaki diğer tüm birliktelikler bir sapmaya işaret etmektedir.


Patriyarka (Ataerki)

Foucault’un ifade ettiği “çoklu iktidar mekanizmaları” Sancar’ın da ifade ettiği gibi farklı erkek deneyimlerini oluşturur. Bazı anaerkil toplumları –amazon toplumu gibi- istisna kabul edersek, belirttiğimiz iktidarın sahibi erkeklerdir. Erkeklerin bu güce sahip olması ve tek başına kullanması ataerkil toplumların özelliğidir. Böyle toplumlarda kadınların yaşamı ve deneyimleri oldukça sınırlı ve zordur. Doğal olarak feminist kuramcılar ataerkil toplumların yarattığı cinsler arası eşitsizliği eleştirmektedir.

Hartmann, patriyarkayı “yararlı bir biçimde, maddi temeli olan ve hiyerarşik olsa da erkekler arasında, onların kadınlara egemen olmalarını sağlayan bir karşılıklı bağımlılık ve dayanışma kuran ya da yaratan erkekler arası toplumsal ilişkiler dizisi” şeklinde tanımlamaktadır. Dikkate değer nokta ise erkekler arası toplumsal ilişkiler dizisinde kadınlara yer olmamasıdır. Kadın ancak üzerinde iktidarın kullanıldığı ve egemen olunan kişidir. Böylece kadınların ücretli iş gücüne katılımı engellenmektedir. Cinsellikleri ise namus faktörü öne sürülerek denetlenmektedir.

Erkeklerin kadınlar üzerinde hakimiyet kurması, birbirleri arasında bu şekilde üstünlük ilişkileri olmadığı anlamına gelmemektedir. Ataerkil toplumlarda erkekler arasında da hiyerarşiler mevcuttur. Hartmann’ın ifade ettiği gibi erkek egemenliği yalnızca erkeklerin kadınlar üzerinde olan egemenliği şeklinde tanımlamak yanlış olur. Erkekler arasında da egemenlik konusunda hiyerarşiler mevcuttur. Tıpkı evin en yaşlı erkeğinin söz sahibi olması ya da babanın erkek çocuğu üzerinde egemenliğinin olması gibi örnekler verebiliriz.

Tüm bu hiyerarşi ve denetim mekanizmalarının içinde kadın dar bir alanda sıkışmış durumdadır. Böylece ataerkil ağların sınırlandırdığı daraltılmış alanlarda yaşamak zorunda bırakılmaktadır. Bu durum kadınların, bireysel ve toplumsal gelişimlerini kısıtlamaktadır ve aynı zamanda bu düzene uygun bir şekilde yaşamasına neden olmaktadır. Dolayısıyla kadın kimliğinin oluşması engellenmektedir.

Kadının bu koşullarda yaşamayı kabullenmiş olması tuhaf karşılanmamaktadır. Kadın için olması gereken, doğru olan budur şeklinde düşünülmektedir. Hatta genellikle kadınlar da kendileri için aynı şekilde düşünmektedir. Doğduğu, büyüdüğü, yetiştiği ortam kadınlara bunu öğretmiştir. Burada sorulması gereken soru kadınların bu şartlarda yaşamayı kabullenişlerini yalnızca ataerki faktörüne bağlamak doğru mudur?

Kadınlığın ötekileştirildiği ve Beauvoir’ın da deyimiyle ikinci cins sayıldığı bu sınırlayıcı alanda kadın karşıtlığı söylemi, bazen de ataerkillik tarafından kurgulanmış kadın tarafından olabilmektedir. Eril hakimiyetin kurulması, kabullenilmesi, sürdürülmesi ve yüceltilmesi çoğu zaman kadınlar sayesinde gerçekleşmektedir. Kadınlar, kendileri çalışsa bile, kocaları işteyken üzerlerine düştüğü inanılan kadınsal görevleri –ev işleri, çocuk bakımı, yemek hazırlama gibi- yerine getirme konusunda şikayetçi değildir.

Kız çocuğunun ev işlerinde annesine yardım etmesi, sofra kurması beklenen bir durumdur. Ancak erkek çocuğun bunları yapması beklenmemektedir. Bu beklenti ataerkil düzenin kurguladığı kadınlar tarafından da gerçekleşmektedir. Kız çocukları da tıpkı anneleri ve çevresindeki kadınlar gibi yetiştirilmektedir. Böylece erkek ve kız çocukları toplumsal cinsiyet rollerine uygun bir kalıba sokulmaktadır. Bu durum masallarda da sıkça işlenmektedir. Ataerkine karşı çıkan kadın ya cadı ya da üvey annedir. Bu prototip (model) iktidarı kullanmak istemesinin yanında toplumsal cinsiyet rollerine de ayak uydurmamaktadır.


Kaynakça ve İleri Okumalar:

  1. Tokdemir, K. (2018) Kötü kadın/iyi kadın zıtlığı: Masallarda cadı prototipinin incelenmesi. Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü. Bolu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Anlamsızlık Krizi ile Baş Edilebilir Mi?

  Murat Yıkılmaz 'ın  2016 yılında “ Üniversite öğrencilerinde varoluşsal kaygı: Erken dönem uyum bozucu şemalar, kontrol odağı ve trav...