15 Ocak 2023 Pazar

Vajinismusun Psikanalitik ve Bilişsel-Davranışçı Açıklamaları Nelerdir?

 Yasemin Kamalı’nın 2018 yılında “Kadınların Vajinismusla İlişkili Deneyimlerinin Nitel Yöntemle İncelenmesi” isimli yazdığı yüksek lisans tezinden alınan verilere göre:


Cinsellik, bireyin yaşam boyunca üremesini ve üreme sağlığını içine alan karmaşık bir olgu olma niteliği taşımaktadır. Geçmiş yıllarda tıp alanında cinsel sorunlar sadece sapkınlıkla ilişkilendirilirken, 1960’lı yıllardan itibaren cinsel konularla ilişkili olgular daha genişletilmiş ve esnek bir zeminde ele alınmaya başlamıştır. Cinselliğin ve bunun içerisinde yer alan bozuklukların bireylerin psikolojik sağlığını etkilemesi sebebiyle psikoloji ve psikiyatri alanında araştırma konularından olmuştur. Psikiyatri kitaplarında cinsel sorunlarla ilgili olarak cinsel birleşmenin farklı evrelerindeki bozukluklar tanımlanmaya ve tedavi yöntemlerine yer verilmeye başlanmıştır.

İlk olarak 1861 yılında Dr. J. Marion Sims tarafından ortaya atılan “Vajinusmus” terimi üzerine birçok farklı görüş bulunmaktadır. Vajinismus, “vagina-(kılıf)” ve “ismus-(eylem)” kavramlarının bir araya gelmesinden oluşmaktadır. Tıp terminolojisinde, “cinsel birleşme esnasında vajina çevresindeki kasların, vajina girişinin kapanmasına uzanmak üzere, ağrılı kasılması” olarak tanımlanmıştır. Psikoloji terminolojisinde ise “cinsel ilişkiden hemen önce veya ilişki sırasında vajinada meydana gelen ve penisin girişini son derece acı verici veya tamamen imkânsız kılan güçlü, acı verici istemsiz kasılmalarla görülen cinsel işlev bozukluğu” olarak belirtilmiştir.

Vajinismus başlangıcına göre birincil ve ikincil olarak iki ayrı kategoride ele alınmaktadır. Birincil vajinismus, kadının “cinsel hayatının başlangıcından itibaren hiçbir şekilde cinsel ilişki kuramaması” olarak tanımlanmaktadır. İkincil vajinusmus ise kadının “cinsel ilişki kurabildiğine fakat durumsal olarak istem dışı kasılmalar yaşamasına” işaret etmektedir. Buna ek olarak ikincil vajinusmus genel görünüşü itibari ile disparoni (ağrılı cinsel birleşme) ile ilişkilendirilen bir patolojidir.

Vajinismusun Etiyolojisi

Kulak (2006) vajinismusun yaklaşık olarak %90 oranında psikolojik kökenli olduğunu aktarmıştır. Vajinismusla ilişkili görülen psikolojik nedenler: stres kaynakları, düşük benlik değeri, cinsel performans kaygısı, depresyon, kaygı bozuklukları, çocuklukta yaşanan istenmeyen cinsellik deneyimi (taciz ya da tecavüz) ve istismar öyküsünün bulunması olarak belirtilmektedir. Bu nedenlere ek olarak çalışmalar vajinismus yaşayan kadınların beden imgelerine aşırı odaklandıklarını ortaya koymuştur. Başka bir ifadeyle vajinismus yaşayan kadınların kendi kadınsılıklarına daha uzak olduklarından, cinsel açıdan olumsuz kendilik şemalarına sahip olduklarından, ayrıca fiziksel görünüş ve cinsiyetlerinden memnun olmadıklarından bahsedilmektedir.

Bu etmenlerin dışında çocukluk döneminden gelen korkuların, ebeveynlerinin suçluluk, ayıp, günah söylemlerinin ve cinsel ilişkiye dair düşüncelerinin yeri önemli olmaktadır. Cinsel birleşmede güçlüğün yaşanmasında ya da ağrılı olmasının zemininde kadının cinsel ilişki sırasında acı duyacağına dair geliştirdiği korkusu yatmaktadır. Kadının korkuları daha çok, simgesel olarak zihninde aşırı büyüttüğü bir penis yüzünden girişte çok fazla acı duyacağına ve parçalanacağına dair olan bilinçdışı süreçlerine işaret etmektedir. Bunlara ek olarak evlilik uyumunun, kadınların ebeveynleri ile arasındaki ilişkilerinin, kadının beden imgesinin, cinsiyet rolleri ile ilgili özelliklerin, kadındaki fobik yapılanmanın ve anksiyete belirtilerinin de vajinismusun görülmesinde etkisi olduğu ortaya konmaktadır.

Literatürde vajinismusun psikolojik açıklamalarında sıklıkla psikanalitik ve davranışçı kuramdan yararlanıldığından, izleyen bölümde bu iki kurama yer verilecektir.


Psikanalitik Kuram

Psikanalizin kurucusu olan Freud (1895) “Histeri Üzerine Çalışmalar” da kliniğe gelen kadın hastaların patolojileri üzerinden cinsiyetlenme ve konversiyon üzerine kavramları oluşturmuştur. Freud’un bu kuramını incelemek, kadınsılığın ve konversiyonun ele alınmasında önemli bir yer edinmektedir. Freud’un konversiyon kavramı üzerinden birleşme kaygısı yaşayan kadınların belirtileri ve Psikoseksüel Gelişim Kuramı üzerinden de bu durumun zeminini oluşturan geçmiş çocukluk yaşantılarındaki çözümlenmemiş psikoseksüel çatışmalar açıklanabilecektir.

Freud (1895), spazmı konversiyon tanımının üzerinden ele almıştır. “Spazm eylemin bastırılmasını sağlayan; aynı zamanda da eylemin yerine geçen bir temsil olur”. Kadın cinselliğini ise psikoseksüel gelişimin en önemli aşaması atfettiği ödipus karmaşası üzerinden açıklamıştır.

1925’te “Cinsiyetler Arası Anatomik Farklılığın Bazı Ruhsal Sonuçları” makalesinde kız çocuğu için cinsel gelişimi tekrar ele alınmıştır. Çocuksu cinsel organ örgütlenmesinde cinsel monizm yani tek cinsiyetin olduğuna inanılır “Tek bir organ vardır o da penistir”. Bu noktada cinsiyetlenmeye yalnızca erkeğin cinsel organı üzerinden bir tanımlama getirilmiştir. Çocuğun cinsiyetler arasındaki anatomik farklılıkları keşfetmesi ile birlikte “varlık” ve “yokluk” bakışı edinmektedir. Erkek çocuğunda penis vardır ve kendisinde bu organ eksiktir, diğer bir deyişle iğdiş edilmiştir. Yaşanan bu kastrasyon karmaşası ile oluşan bu durum penis hasedi ile açıklanmaktadır. Bu yüzden kız çocuğu eksik olanı telafi etmek için aşk nesnesini annesinden babasına geçirmektedir. Bu penise sahip olma arzusu penisin ikamesi olan bebeğe evrilecektir. Çünkü burada var olan üstünlük cinsel organ olan penisin değil fallusun üstünlüğüdür. Kız çocuğunun kadınlığa evrilmesi kastrasyon karmaşası üzerinden getirdiği bu nesne değişiminin keskin bir dönemeci olmaktadır. Başka bir ifade ile kız çocuğunun anne ile rekabetten sıyrılıp onunla özdeşleşmesi ile babası ile evlenip ona bir çocuk vermeyeceğini anlaması (ensest yasağını tanımak) ileri yetişkinlik hayatında sağlıklı eş seçimi yapabilmesini ve kadınsılığını ortaya koyabilmesini sağlayabilecektir. Bu süreç sağlıklı atlatılamazsa (diğer bir deyişle bu döneme fikse olunursa) babaya olan aşk devam edecek ve ensest yasağı tanınmaksızın anne ile olan rekabet sürecektir. “Erkeklerde ödipus karmaşası iğdiş edilme karmaşası tarafından yıkılırken, kızlarda iğdiş edilme karmaşası tarafından olası kılınmakta ve onun tarafından yönlendirilmektedir”.

Günümüzde yapılan çağdaş araştırmalar da Freud’un kuramından hareketle, kız çocuğunun anatomik farklılıkların keşfinde yaşadığı kastrasyon karmaşası ile oluşan penis hasetinin vajinismusa neden olabileceğini ortaya koymuştur. Yapılan klinik görüşmelerde kadının bilinçdışında yaşadığı, kendi eksikliğinin intikamını alma arzusu ile erkeği cezalandırdığı görülmektedir. Bu cezalandırma, erkeğe karşı olabildiği gibi sosyokültürel çerçevede erkeğin ailesine yönelik de olabilmekte ve öfkesini eşi üzerinden yansıtarak erkeği de iğdiş etme arzusuna ulaşmaktadır. Bu görüşler etrafında kadının kendi iğdiş olma durumunu erkeği iğdiş ederek telafiye geçtiği söylenebilmektedir.

Bir başka açıdan, vajina kelime anlamıyla “kın, kılıf” olarak ayrılarak incelendiğinde etimolojik olarak, kadın cinsel organının erkek cinsel organını sarıp sarmalayan örten bir kılıf olduğunu çağrıştırdığı belirtilmiştir. Kılıf olarak düşünüldüğünde penise göre uyarlanmış, onu koruyan misyonu yüklenmiş ve aslında bunun penis yaratıldığı için vajinayı işlevsiz hale getirmektedir. Bu durumda vajina görevini yerine getirdikten sonra edilgen konumda penisin tekrar ona gelmesini beklemeli, bunun dışında kenarda işlevsiz şekilde konumlanmalıdır. Bu bağlamda ancak penisin varlığında anlam kazanacağı ifade edilmiştir.


Bilişsel-Davranışçı Kuram

Davranışçı kuramın seksolojideki ilerlemelerle birlikte gelişmesi ile vajinismusa neden olan faktörler kapsamında öğrenme ve ağrılı uyaran koşullanmasının önemli olduğu savunulmuştur. Davranışsal kuram açısından vajinismus, vajinal tepkiye ve cinsel ilişki sırasında ya da belirli bir cinsel uyarana koşullanmış korku, tepki olarak açıklanmıştır. Bu görüşü savunan kuramcılardan, Malleson (1942) vajinismusun psikolojik kökenli bir patoloji olduğunu ve rasyonalizasyon ile ilişkili olduğunu savunmuştur. Bunun dışında vajinismus yaşayan kadınların küçük yaşlardan itibaren pelvik bölgelerinden kaynaklanacak bir ağrı beklentisi altında koşullanmış olduklarını; bu koşullanmanın küçük yaşlarda sıklıkla fitil ve laksatif ilaç uygulanmasından kaynaklı olarak yaşanan ağrı ve anüsteki küçülmeden kaynaklandığını ileri sürmüştür. Anal, vajinal ve üretral açıklıkların aynı bölgeden köken aldıklarını ve aynı sinir donanımına sahip olduklarını, küçük yaşlarda oluşan rektal koşullanmanın “pelvik ağrı” beklentisi olarak kodlandığından bahsetmiştir. Bu noktada bir ayrıma gitmiş ve 5-6 yaşlarından itibaren bu türden yabancı cisimlere maruz kalan kadınlarda bilinç, daha küçük yaşlarda maruz kalan kadınlarda ise belleğin bilinçdışı düzeyinde bu hatıraların yer almış olabileceğini belirtmiştir. Malleson’a (1942) göre, kadının cinsel birleşme yaşadığında hissettiği ağrıyı daha sonra tekrar yaşayacağına dair beklentisi kadınların cinsel birleşmeden kaçınmasına neden olmaktadır.

Wijma ve Wijma’nın (1997) davranışsal kuramında koşulsuz bir uyaran olan cinsel birleşme ile koşulsuz tepki (ağrı) arasında bir ilişki oluşmakta, ilerleyen zamanlarda cinsel birleşme düşüncesinin kendisi koşullu uyaran haline gelmekte ve koşullu tepki olarak vajinal tepki ve ağrıya dönüşmektedir. Bu noktada kadının verdiği tepki, ağrıdan kaçınma davranışıyla devam etmektedir. Bu görüş, işlevsel olmayan bilişsel düşünceler ve psikolojik durumun da içinde yer aldığı içsel olayların kaçınma davranışını güçlendirip sürdürdüğünü kabul etmektedir. Bunun sonucunda vajinismusa özgü bilişsel ve davranışsal bileşenler; ağrıyı felaketleştirme, olumsuz kendilik imajı, cinsel tiksinti duygusu, yakınlık ve kontrolü kaybetme korkusu olarak kendini göstermektedir. Davranışçı kuramcılardan bazıları vajinismus tanısı alan kadınların kaçınma tepkilerinden yola çıkarak fobik bireylerle olan benzerliklerine vurgu yapmışlardır. Reising ve arkadaşları (2004) yaptıkları çalışmada bunu destekler biçimde vajinismuslu kadınların pelvik muayeneler sırasında yoğun biçimde kaygı yaşadıklarını, bazılarının ise daha yüksek oranda savunma ve kaçınma gösterdiklerini ortaya koymuşlardır.

Vajinismusta kadınlar için cinsel ilişki sırasında yaşanılan ağrı paradoksal bir görünümdedir. Kadın cinsel birleşme yaşadığında beklediği ağrının düşüncesi ile kaygı yaşamakta, vücut da bu duruma karşı otomatik olarak vajinal kaslarını kasmakta, kasılan vajinal kaslar beraberinde cinsel birleşmeyi zorlaştırmakta ve cinsel birleşmeyi ağrılı hale getirmektedir. Kadın bu noktada yaşadığı ağrıyı istem dışı bir tepkiye dönüştürmekte ve bu durum vücutta yaşanan tepki ile birleşerek daha da artan, sürekli hale gelen bir durum olmaktadır. Bu da ağrıyı ve istemsiz tepkiyi arttırmaktadır.

Bunun yansıra Doğan ve Özkorumak (2008) vajinismusu olan kadınların olumsuz irrasyonel inanç sistemlerini ve cinsel şemaları incelemişlerdir. Vajinismus olan kadınların bazı şemalarının cinsel ilişkinin cinsiyetler arasında bir mücadele olduğu ve cinselliğin kirli-aşağılayıcı ve üreme amaçlı görülmesiyle ilişkili olduğu saptanmıştır. Cyranowski ve Andersen (2000) “cinsel şemaların” cinsellikle ilgili bilginin işlenmesine yardım ettiğini ve bireyin cinsellikle ilgili duygu ve davranışlarını etkilediğini savunmuştur. Bireylerin çocukluk yaşantılarında ebeveynleri, arkadaşları ve sosyal çevrelerinden edindiği olumsuz ve sağlıklı olmayan cinsel şemalar, bireyin uyarılmasını ve ilişkiden doyum almasını engellemektedir. Bunun sonucunda kadın bununla başa çıkmak için cinsel ilişkiden kaçınmak ya da cinsel ilişki sırasında sürekli bedenini izlemek gibi reaksiyonlar geliştirmekte; geliştirdikleri reaksiyonlar ise cinsel şemadan kaynaklanan olumsuz beklentileri artırmakta ve sürdürmektedir. “Örtük, katı, kendini tekrarlayan ve değişmeye dirençli” olan cinsel şemalar; vajinismusun ortaya çıkmasında veya sürmesinde etkili olmaktadır.


Kaynakça ve İleri Okumalar:

  1. Kamalı, Y. (2018). Kadınların Vajinismusla İlişkili Deneyimlerinin Nitel Yöntemle İncelenmesi. İstanbul Arel Üniversitesi/Sosyal Bilimler Enstitüsü. İstanbul.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Anlamsızlık Krizi ile Baş Edilebilir Mi?

  Murat Yıkılmaz 'ın  2016 yılında “ Üniversite öğrencilerinde varoluşsal kaygı: Erken dönem uyum bozucu şemalar, kontrol odağı ve trav...